Anlayamadıkların
Her şeyin anlamını düşünüyoruz. Kelimelerin cümlelerin isimlerin soy isimlerin. İnsanların bizim için ne anlama geldiğini. Başarının bizim için ne anlama geldiği. Duygulara, tepkilere yüklediğimiz anlamlar. Bunları istemsizce yapıp, sonra yeniden anlamaya çalışmak. Her şeyin anlamını merak edip, anlam ne diye sormamak. Bizi biz yapan, karakterimizi ve hayatımızı oluşturan, bizim için anlam ifade eden şeyleri anlayamamak, anlatamamak. Anlaşılmak istemek. Her şeyiyle anlaşılmak, anlaşıldıkça berraklaşmak. Yardım çığlığı mı, taşın altına elini koyamamak bilemediğin o an. Kendini anlayamamak, anladıkça korkmak, korktukça korkularını anlamak. Kendi beynin, algılarından, algılayamadıklarından korkmak. Hafızanın anladıklarını senin anlayamamanın getirdiği korku. En çok da gözünde canlananları anlamaktan korkmak. En saf olanlar. Uykuya dalmadan gözünün önüne gelen o kareler. Bedenin ruhun derinliklerinde olanların bir sızıntıdan dışarı çıktığı o anlar. Kendi içinden, beyninden ve ruhundan gelenden korkmak, ona yabancılaşmak. Her şeyin anlamını şaşırdığın, kavramların birbirine girdiği döngüde sıkışıp kaldığın an. Arkadaşın da sevgilinin de. Aşkın da merhametin de.
"Tek başınasın bu hayatta, herkesin sonu meçhul. Kendini her gün öldürürken kim katil, kim maktul." Özlem arttıkça diğer duyguları bastırıyor. Acı ve özlemin bir araya geldiği o duygu karmaşası, geri kalan her şeyin üzerine gölge oluyor. Özlem arttıkça değişiyor. Kişiye olan özlem, yanına döneme olan özlemi alıyor. Döneme olan özlem işin içine girdikçe, o zamanı özlüyorsun. O zamanla ilgili her şeyi. Hatırladıkça, tanıyorsun o zamanki duygularınla şimdi ki duygularını. Anlıyorsun şimdiki mutluluğun şeffaflığını. Kişiyi hatırlatan şeyler canını acıttıkça, üstüne o dönemi hatırlatan şeyler de geliyor. Mevsimler geçiyor. Şarkılar bile döneme ait oluyor. Yeni şarkı keşfetmek bile acıtıyor canını. Yeniyi istemiyorsun. Eskiyi istiyorsun. Hayatını eskiden nasılsa, o dönemde nasılsa, o hale getirmeye çabalıyorsun. Sanki her şey eskisi gibi olsa, sanki olabilecekmiş gibi, bu duygular yerini o eski masumluğa bırakacak gibi. Fark ediyorsun ki başka şeyler de meğer canını acıtıyormuş. Kar'a yüklediğin anlamlar bile varmış. Şarkılara yüklediğin anlamlar değişmiş. Sürekli rüyalar görüp, rüyalarda buluşup, mutlu olup, gerçekten kopuyorsun. Seni iyileştirecek şeylerden kaçıyorsun. Ya rüyalarını da elinden alırlarsa diye. Sürekli eskiyi düşünmek. Uykuda olan zamansızlıkla uykuya olan talep. Mutluluğu tattığın, gerçekten kaçtığın boyut. Fotokopi çekerken bile mutlu ve umut dolu olduğun zaman dilimi uykunun sana getirdiği yegane şey. Belki de tek ihtiyacın. Sana zarar veren ama mutlu eden tek şey. Ne istediğini bilemeyip savrulmak. İçten içe ne istediğini o kadar iyi bilirken. yerini neyle doldurabilirsin diye düşünmek. İpleri bırakmak ve teslim olmak istemek. Şuan ki durumdan çok memnun olmak, verdiği zararı bile bile elinden gelenin bir tek bu olması. Özlem çok ağır bir duygu. Bazen bir saatle gelir kalbimize, bazen bir karın getirdiği ürpertiyle, bazen küçük bir çocuğun çenesindeki küçük bir benle. Canın acıdıkça başkasını acıtmak istersin. İstemsizce ve sağlıksızca. Zamanın geçişine şahit olup hiçbir şey yapamamak. İşte hayatın en büyük çaresizliğini tattığın o an. Çelişkiler neden bitmiyor? Daha önce unuttuğun ve son gün hatırladığın o tarihler, kafana kazınıyor. Pişmanlığın, acının, üzüntünün, özlemin altında kalan o ruh, ne yapacak şimdi? "Her yaralı ruhun arkasındaki cinayetler." O ruh nasıl iyileşecek? O ruh bu eksiklikle, hangi yola nasıl devam edecek?
Yorumlar
Yorum Gönder